28 Ağustos 2013

0000000032

Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethettiğinde bir süre orada kalır. İdareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyordur. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor.

Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin ümitsiz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye…

 Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz seviyeye ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir.

Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır:

 “Derdi olan neylesin?”
Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

“Derdi neyse söylesin.”

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

“Korkuyorsa neylesin?”

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

“Hiç korkmasın söylesin.”

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur.

Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han “Buyurunuz, sizi dinliyorum” deyince, cariye bütün cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur.

Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: “Efendim…” der. “Cariyeniz…” ve cümlesini tamamlayamadan “Allah!” diye feryad ederek yığılıp kalır.

Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:

“Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.”

20 Ağustos 2013

0000000031

 
Dün akşam yaptığım çalışma oldukça geç bittiği için saat 12 gibi eve ulaştım, araçtan indim binaya doğru yürürken aklımdan bir güzel insan geçti, gülümsedim, onun yaşadığı alandan geçerken bir baktım balkonda arkadaşıyla oturuyor, beni görünce suç işlemiş gibi şaşırdı, elindeki telefonu bana çevirdi "bak seni konuşuyorduk senin fotoğraflarına bakıyorduk" dedi. Gerçektende o an ekranda hulya vardı, güldük sohbet ettik biraz, sarıldık, ona sarılmak iyi geldi bana ve gecemi sayesinde keyifle sonlandırdım.
Sonra sabahın erken saatlerinde telaşla bir arkadaşım aradı, yolda eşzamanlı bir hal yaşamış onu anlattı, bende örnek olsun diye akşamki olayı anlattım. (İki ayrı olayın birbirleriyle bağlantılı bir biçimde aynı anda gerçekleşmesidir eşzamanlılık.) Dedi ki bana "ya başka birşey dileseymişsin olacakmış demek." Güldüm "iyi ki dilememişim iyi ki bu geçmiş aklımdan çok keyif aldım onu görmekten" dedim.

Ve sonra gözüm evimin içerisine takıldı ki zaten aklım takık vaziyetteydi :) Bir süredir valiz elimde dolaştığım için işler yüzünden, yaşamaktan çok zevk aldığım evimin rutin bakımında ipin ucu kaçtı. Günlük yaşamda evimin tüm işlerini, yemek vs her şeyi kendim yaparım ancak bu sefer sıfırlama niyetiyle bana yarım gün yardım edecek bir bayana ihtiyacımın olduğu aşikardı. Sabah saat 9 ve sadece bugün bu işi halledebilirim. Normal şartlarda boşta birisini bulmak pek kolay olmuyor oturduğum bölge itibari ile. Ama tereddütsüz aradım bayanı. Anlattım halimi, "tamam dedi bende yarım günlüğüne senin alt dairene geliyorum, yoldayım hatta, orada işimi bitirip öğleden sonrada sana çıkarım." Nasıl mutlu oldum anlatamam size, bir hafta önce program yapsam bu kadar denk düşerdi. Ben böyle mutlu mutlu kahvemi yapıp pencereden bakarken bir başkası aradı, genelde beni arayanlar "sen nasılsın hulya" diye pek sormazlar, sanırım hep iyi olma halinde yaşadığım ve en önemliside hep dinleyen modunda olmam gerekiyormuş gibi zannediliyor ama neyse alıştım artık. Nasıl olduysa tam telefonu kapatırken "ya sende birşey var pek heyecanlısın" dedi, o kimbilir aklından ne geçirdi bilemem ama ben evimin temizliğine gelecek bayanla konuşmamı anlattım. "Bu mu mevzu" dedi. "evet" dedim, "inanamıyorum sana" dedi güldü kahkahayla, birde ekledi "keşke başka bir şey dileseymişsin" diye :)

Ne zaman istediğin birşey olsa, keşke başka birşey dileseydin derler. Oysa sonu yoktur istemenin… Şükretmeyi bilmek gerek, sadece yeterli olanı istemek gerek… Yaşadığım bu iki olay benim için çok değerli hallerdi, hissettiğim fayda yüksekti, iyi ki başka bir şey dilememişim, iyi ki bunlar tam vaktiymiş ki gerçekleşmiş. "Keşke başka bir şey dileseymişim/dileseymişsin bak olacakmış” yorumu beni -söyleyenin kimliğinden bağımsız- her daim rahatsız etmiştir, kulağımı, yüreğimi, ruhumu tırmalamıştır. Yok yahu ben bunu istedim, diledim ve oldu, çok şükür. Madem Rabbim bu istediğimi onayladı, başka bir şey isterim vaktiyse, hakettiysem onuda onaylar. Gerek yok ki açgözlülüğe, tatminsizliğe… Çünkü ben her anımı iyi olarak yaşıyor, geleceğimin parlak, sevinç ve güven içinde olduğunu biliyorum. Çünkü ben Evrenin sevgili çocuğuyum; Evren şimdi ve her zaman sonsuza dek sevecenlikle ihtiyaçlarımı karşılıyor.

Aborjinlere ait olduğu söylenen bu duayı çok seviyorum, buzdolabımın üzerindede yazılıdır hatta; Her şey yeterli olsun! Seni ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam diliyorum. Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum. Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum. Ruhunu canlı tutmana yetecek kadar mutluluk diliyorum. Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum. İstediklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum. Sahip olduğun herşeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum. Son elvedayı atlatmana yetecek kadar merhaba diliyorum.”

H.Konar

15 Ağustos 2013

0000000030

Yatakta sadece ikiniz olduğunuzda,zifiri karanlıkta ve başını onun göğsüne yaslayıp kalp atışlarını dinlediğinde işte bir adamı ancak böyle tanıyabilirsin.Kalbi senin için çarptığında.

14 Ağustos 2013

0000000029

92 yasında, ufak tefek, kendinden emin ve gururlu, her sabah sekizde giyinip kuşanan ve her ne kadar kör bile olsa saçlarını kıvırıp makyajını mükemmelce yapan ...yaşlı hanım bugün bir huzur evine taşındı.

70 yaşındaki kocası ise geçenlerde gereken hamleyi yapıp Allah’ın rahmetine kavuşmuştu. Huzur evinin kapısında sabırla beklenen bir kaç saatin ardından, odasının hazır olduğu söylendiğinde tatlı tatlı gülümsedi. Yürüteçini asansöre yönlendirdiği sırada, kendisine odasını anlatmaya başladım, penceresinde asili perdelerden de söz ettim.

Ben anlatırken, az önce kendisine köpek yavrusu verilmiş 8 yaşındaki küçük bir kızın heyecanıyla ” o perdeleri pek severim ” dedi. ” Mrs. Jones henüz odayı görmediniz, biraz bekleyin demiştim ki “Bunun onunla bir ilgisi yok” dedi.

”Mutluluk zamandan önce karar verdiğiniz bir şeydir. Benim odadan hoşlanıp hoşlanmamam mobilyaların nasıl düzenlenmiş olduğuyla değil, benim onları zihnimde nasıl düzenlediğimle ilgilidir. Ben onları sevmeye karar vermiştim zaten. Bu benim her sabah uyandığımda verdiğim bir karardır.

Bir seçme hakkım var: Ya bütün günümü artık çalışmayan vücut parçalarımın bana verdiği sıkıntıyı düşünerek geçiririm yada yataktan çıkıp hala çalışanlar için şükrederim. Gözlerim açık olduğu sürece her yeni gün bir hediyedir. Yeni güne ve hayatimin sadece bu döneminde, biriktirdiğim mutlu anılara konsantre olacağım.

Yaşlılık banka hesabi gibidir. Ne yatırdıysan onu çekersin hesabından.. Bu nedenle benim tavsiyem, banka hesabına dolu dolu mutluluk yatırman olacaktır. Anı bankamı doldurmaktaki katkın için sana teşekkür ederim. Hala oradan mutluluk çekiyorum. Mutlu olmak için su beş basit kuralı hatırla:

1. Kalbini nefretten arındır
2. Zihnini endişelerden arındır
3. Basit yaşa
4. Çok ver
5. Daha az bekle

Bilmem farkında mısın, eğer yarin ölecek olsak çalıştığımız şirket daha bir kaç gün bile olmadan yerimizi dolduruverir. Oysaki ardımızda bıraktığımız ailemiz bizim kaybımızı ömürlerinin sonuna dek hissedecektir.

Gelgelelim ki, ailemizden daha çok işimize veririz kendimizi, pek de akıllıca bir yatırım değil, ne dersin? FAMILY ne demektir biliyor musun? FAMILY= (F)ather (A)nd (M)other (I) (L)ove (Y)ou”

07 Ağustos 2013

0000000028

"Hayal kurmak bilgiden önemlidir " der üstad einstein.

Bir insan bazı bilgilere sahip olabilir ama hayalleri yoksa bu bilgileriyle hangi hayallerin gerçekleştirilebileceğine dair düşünce içerisinde değilse bu bilgilere sahip olmanın bir anlamı olmayacaktır. Ne yapacağını bilmeyen, hayalleri olmayan birisine çok büyük miktarda para verseniz bu parayla neler yapacağını tahmin etmek hiç de güç olmayacaktır.

*****

Öğretmen, öğrencilerinden büyüdükleri zaman ne  yapmak istedikleri konusunda bir kompozisyon yazmalarını ister.
Seyis çocuğu, bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazar. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlatarak 200 dönümlük çiftliğin krokisini çizer. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini  gösterir. Hatta 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekler.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev tam kalbinin sesidir. İki gün sonra ödevi geri alır. Kâğıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir “0″ ve “Dersten sonra beni gör” uyarısı vardır.
Çocuk; “Neden “0″ aldım?” diye merakla hocasına sorar.
“Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayâl. Paran yok, gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok, at çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım, damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkânsız.”
“Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.”
Çocuk evine döner ve uzun uzun düşünür, babasına danışır.
Babası: “Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!” der.
 Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan hocasına geri götürerek,
“Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin ben de hayallerimi?” der...
Şimdi O öğrenci, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev de şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı.


Benjamin Franklin’in dediği gibi “Siz kafanızı büyük hayallerle doldurmaya bakın. Kafanız sonradan cebinizi parayla dolduracaktır.”


05 Ağustos 2013

0000000027

Nasıl ölüneceğini bir kere öğrendiğinde nasıl yaşanacağını öğrenirsin!

0000000026

Zihinlerimizin en iyi dostlarımızken en kötü düşmanlarımız olabildiğini keşfettim.Eğer bir sorun üzerine düşünmeye devam ederseniz,kısa süre içerisinde neredeyse başka bir şey düşünemez hale gelirsiniz.Bu bakımdan,zihnimiz tuhaf bir varlıktır; Hatırlamak istediği şeyleri unutur ama unutmak istediklerimizi hatırlar.

04 Ağustos 2013

0000000025


 Zamanın birinde iki tane kız kardeş varmış, nasıl akıllılarmış anlatamam. Etraflarındaki ve okuldaki tüm bilgi onlara yetmez olmuş. Bir gün, anneleri onları dağdaki bilge adama götürmeye karar vermiş :
Kızlar, bilge adamla karşılaşınca ona sorular sormaya başlamışlar. Bilge adam bütün soruları doğru cevaplamış; kızlar çok sevinmişler ve annelerinden eğitimleri için bir süreliğine izin isteyerek bilge adamın yanında kalmışlar.
Sordukları soruların hepsinin cevabı doğruymuş. Bir süre çok mutlu olmuşlar; ama sonra sıkılmaya başlamışlar. “Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım” diye düşünmüşler. Kızlardan biri bir gün “Buldum!” diye sevinmiş. “İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım, “Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü? “Ölü” derse kelebeği bırakacağım. “Canlı” derse avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse cevabı bilemeyecek.” Kızlardan birisi kapalı tuttuğu ellerini bilge doğru uzatmış. (Şimdi lütfen siz de yapın. Avuçlarınız birbirine bakacak şekilde ellerinizi birleştirin ve uzatın. Ben açın deyinceye kadar da açmayın.)
VE sormuş:
“Avucumun içinde bir kelebek var; canlı mı, ölü mü?”
Bilge adam cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış ve cevaplamış :
“Senin ellerinde kızım. Senin ellerinde…”
Şimdi bakın hayatınıza ve mutluluğunuza…
Nerede mi?
Açın avucunuzu…
Sizin ellerinizde; tam avucunuzun içinde.
Bir Portekiz atasözü der ki “Yaşadıkça yaşlanmazsınız, yaşamadıkça yaşlanırsınız.”

02 Ağustos 2013

0000000024

Öğrencisi bir gün büyük usta Jamyang Khyentse Rinpoche’ye nasıl meditasyon yapması gerektiğini sormuş.

Usta demiş ki: “Bak, yapman gereken şey şu: Bir önceki düşüncen geçmişte kaldığında ve bir sonraki düşüncen henüz doğmamışken, tam o arada bir açıklık yok mu….işte o süreyi uzatmalısın. O, meditasyondur.” H.KONAR